Güneş Baykut
“Fakir Edebiyatı” DEĞİL, “Fakirlik Sosyolojisi”…
Tam da “bugün de fakirleştik” sözlerini sıklıkla duymaya başlamışken olsa gerek vaktidir dedik, fakirlik sosyolojisi üzerine bir şeyler söylemenin.
Arapça fakr, muhtaç olmaktan dilimize girmiş fakir kelimesi. Tasavvufta “fakr hali üzerinde olan derviş, mevhum varlığından kurtulup Hak’ta fani olan, fenafillâh mertebesine erişen kimse” ya da “Ben, bendeniz” anlamında bir tevazu sözü olan kullanılan fakr halinden bahsedecek olsaydık keşke. Böylece tasavvuftan, meditasyona kadar fakr haline teşvik eden bir yazı okuyor olabilirdiniz. Biraz da Budizm’den bahseder, içimizdeki huzuru nasıl bulacağımızla, evrenin enerjisine güvenmeyle, sadeleşmenin hayatı güzelleştireceği ile konuyu bağlar, mutlu mesut ayrılırdık. Ancak, konumuz yoksulluk. Maddi ya da kültürel kaynaklardan yoksun olma durumunu ifade eden fakirlik. Dolayısı ile kimsenin teşvik edilmeyi kabul edeceği bir durum olduğundan pek emin değilim…
Yoksulluk konusu sosyolojide sayfalarca, kitaplarca, yıllarca değinilecek ve ekonomi, siyaset, eğitim, suç, sınıf, aile, kent, din ve hatta ölüm sosyolojisi gibi hemen her alanın da dâhil olacağı bir başlık. Yani öyle uzaktan sandığımız gibi sadece yoksul ailenin bir sorunu değil, toplumsal değişimin temel bir tetikleyicisi aynı zamanda. Bu yazıda hepsine değinemeyecek, birkaç bakışı anlatmaya çalışacağım.

Sosyolojide yoksulluk denildiğinde mutlak olarak bir yoksulluktan söz ediyorsak, bireyin geçimini sağlayabilmek için ihtiyaç duyduğu kaynaklardan yoksun kaldığı bir durumdan söz ediyoruzdur. Hani şu haberlerde duyduğumuz dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması 3.191.55TL’ye (açlık sınırı) ve yoksulluk sınırı 10.396.00TL’ye yükselmiştir açıklamaları (Kasım,2021), işte bu mutlak yoksulluğu ifade etmektedir. Yoksulluk sınırı, ülkelerin vatandaşlarının ekonomik durumu açıklanıyor olduğunda gıda dışında giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamaların toplam tutarını da ifade etmektedir. Elbette kımıldamadan yerinde oturup bir somun ekmek yiyip su içen ya da diğer tüm ihtiyaçlarının harcamaları içinde yaşadığı ülkenin devleti tarafından karşılanan dünya halkları olmadığımızdan, ilgilendiğimiz kısım yoksulluk sınırımız. Peki, bu sınır günümüzde nasıl çiziliyor? İhtiyaçlar gıda, giyim, konut, ulaşım, eğitim, sağlık ile sınırlı mı? İhtiyaç değişen bir toplumsal olgu olabilir mi? 2022’ye girerken artık eğitim dediğimizde ya da sağlıkta farklı standartlar işin içerisinde olabilir mi? Mesela “cebinde akıllı telefon var, açım diyorsun” diyen amcanın, lüks gördüğü akıllı telefon gerçekten bir lüks mü yoksa bu sabah Amerika’dan canlı yayında uydu fırlatan bir ülkenin vatandaşı için artık zorunlu bir ihtiyaç mı? Ya internet? Kaçımız sabit hat ya da sms ile haberleşiyoruz? 80 Günde Devri Âlem yıllarını yaşamıyor olduğumuza göre, haberleşme ihtiyacı artık bir lüks olarak sayılabilir mi? Çocuklarımızın evden çevrimiçi ilköğretim eğitimi aldığı dönemde, internete erişimi ve ekranı olan bir telefon lüks mü? Meydan Laoursse’den değil Google’dan öğrendiğimize göre internet, fiber internet, lüks mü yoksa ihtiyaçlar hiyerarşisinde artık üst sıraları mı aldı? İş arayan biri artık sarı sayfalardan, gazetelerden, iş yeri kapılarındaki ilanlardan mı iş buluyor?

İhtiyaç nedir? İhtiyaç, Türk Dil Kurumu’ndaki listeye göre; 1*Gereksinim, 2*Güçlü istek, 3*Yoksulluk, yokluk anlamlarını taşıyor. Biz sosyologlar ne diyoruz acaba? İhtiyaç kavramının kendisi ihtiyaçların tatmin edilmesini içerdiği için ihtiyaç kavramına sosyolojide sıklıkla başvurulur. İhtiyaç, yoksulluk ve yoksunluk ile refah tartışmalarının merkezindedir. Ancak, ihtiyaçların belirlenmesi yukarıdaki sorulardan da anlaşıldığı üzere oldukça tartışmalıdır. Temel gereksinimler listesi tamamdır da, bu gereksinimlerin hangi düzeyde karşılanması gerektiği? Ve temel insani ihtiyaçlar kümesi sabit midir? Örneğin, temel insan/çocuk haklarından sayabileceğimiz sevgi ve ilgi ihtiyacı, arkadaşlık ihtiyacı, öğrenme fırsatı gibi psikolojik ve toplumsal ihtiyaçlar da evrensel gereksinimler listesine katılmalı mıdır? Katıldığında yoksulluk sadece haneye giren gelir ile açıklanabilir mi? Yoksa haneye giren toplam gelirin 15,000.00TL olduğu dört kişilik bir ailede büyüyen çocuğun; iki kardeşinin de okuması için anne babasını ve belki de her ikisinin birden yalnızca iş düşünerek yaşıyor olması sebebiyle ihtiyacı olan ilginin ya da yan sıradaki arkadaşı İngilizce özel ders, yurt dışında yaz okulu, sanat spor gibi becerilerini geliştirmek için ders imkânları ile büyüyorken yalnızca okulda öğrendiği ile yetinmek durumunda kaldığında öğrenme fırsatı ihtiyacı ne olacak? Bu aile yoksul değil mi denilecek?
Tam yeri gelmişken ihtiyaçlar listesindeki eğitime bir bakalım. Bourdieu’ya göre, eğitimsel başarı için, kültürlenmiş bir davranış bütününe ihtiyaç vardır. Sizi yüksek öğrenime, iş görüşmelerine, yönetim kurulu salonlarına ve benzerlerine özgüvenle taşıyan budur. Üst ve orta sınıf ailelerinin çocukları bu davranışları öğrenmişler, işçi sınıfındaki yaşıtları öğrenmemişlerdir. Sonuçta ayrıcalıklı olanlar, eğitim sistemi içinde başarılı olmuşlardır ve aileleri meşru ve görünüşe göre dürüstçe, kendilerinin sınıf durumunu kuşatan kuşağa yeniden üretebilmişlerdir. Bourdieu bunu, bir toplumsal görevliye kendi katılımla uygulanan şiddet diye tanımlanan simgesel şiddet olarak ele alır. O zaman yoksulluğun sınıfla bir ilgisi mi var? Ya da yoksulluk bir “sınıfsal kader” olabilir mi? Ya da sadece kişinin bireysel “aylak”lığının bir sonucu mu?

Doğrudan yoksulluk üzerine yıllarca yenilenen ve yenilenmekte olan çalışmalar, yolda gezinirken gördüğümüz ve “aylak” diye damgalandırdığımız yoksulların yoksulluk nedenlerinin aslında aylaklık ya da basiretsizlik gibi bireysel zayıflıkla alakası olmadığını açıkça ortaya koydu. Yoksulluk, bizim düşünüp gelişine damgalamamızın aksine, ekonomik ve yapısal faktörlerle toplumsal olumsuzluklardan kaynaklanmaktaydı. Tabi hemen Liberal neoklasik değerlendirmeler devreye girerek, kaynakların yeteneklere, vasıflara ve güdülenişlere göre dağıtılmasında piyasanın oynadığı role dikkat çekti ve bireysel çabayı getiren bir dürtüler sistemi sağlamak için yoksulluğun gerekli olduğu, yoksulluk içinde kalanların ise yeterli yetenek ve vasıfları taşımadıkları hatta yoksullara para yardımında bulunmanın piyasanın sorunsuz işleyişini bozabileceğini iddia ettiler.

Ne yazık ki sanılanın aksine, örneğin 90'larda Britanya’da yapılan araştırmada, sosyal yardımlarla yaşayanların eğer isterlerse iş bulacaklarını düşünenlerin aksine, resmi olarak yoksulluk içerisinde yaşayanların dörtte biri zaten çalışmakta, ancak yoksulluk eşiğini aşmalarını sağlayacak kadar kazanamamaktaydı. Kalanların çoğu ise on dört yaşın altındaki çocuklar, altmış beş yaş ve üzeri yaştakiler ve/veya engellilerdi. Yine bizde olduğu gibi hükümeti kandıranların yüksek olduğu düşüncesine karşılık, sosyal güvenlik yardımları için başvuru yapanların %1'den azı sahtekârlık yapıyordu…
Marksist değerlendirmelere değinmeden yoksulluk konuşulmaz elbette. Okuyan herkesin hemen yapıştıracağı gibi kapitalizm ve kapitalist çıkarların yoksulluğun oluşumunda ulusal ve uluslar arası anlamda etkilerini vurguluyorlardı. Marksist argümana göre, kapitalizm ulusal ve küresel anlamda emek sömürüsü üzerine kuruludur. Kapitalist gelişim düzeyinde ve kapitalistlerin belirli ihtiyaçlarına bağlı olarak, yüksek düzeyde işsizlik ve refah yardımlarının en aza indirilmesi pahasına ucuz emek arayışı ve ücretleri düşük tutmaya yönelik baskılar ağırlık kazanmakta ve kârlar maksimize edilmektedir.

İçinde bulunduğumuz yılda pandemi korkusu, kripto paradan emekleri ile kazandıklarından daha fazla kazanmaları nedeni ile artan istifalar çalışanın emeğinin karşılığını almadığını düşünmesine örnek olabilir mi? Tek gelirinin aylık maaşı olan bir çalışanın kazandığı aylığı eliyle tutamadığı ve halen dünyanın genelinde yasal bankalarda geçerliği olmayan bir para birimine yatırım yapması başka bir yazının konusu da olmakla birlikte, bu riske girmesinin nedeni yıllarca çalışmasına karşın hak ettiğini düşündüğü yaşam standardına bir türlü ulaşamıyor olması olabilir mi?

Marksçı kurama göre, farklı sınıfların çıkarları birbirleri ile bağdaşmaz; çünkü mülk sahipliği sistemi içinde, bir sınıfın ekonomik kazançları, bir başka sınıfın ekonomik kazançları pahasına elde edilmektedir. Marx’a göre, geçmişte var olan her belli başlı ekonomik sistem, başka sınıfları “istismar” eden belirli bir sınıfı güçlendirmiştir. Belki de sıkça dillendirdiğimiz “sermaye el değiştirdi” söyleminin anlamı buralarda süregelen sınıfsal çatışmalarda aranabilir. Baskı yapan ve baskıya maruz kalanlar devamlı olarak birbirlerinin karşısında olmuşlar, bazen gizli bazen açık bir kavga sürdürmüşler ve bu kavganın açık ve/veya gizli sonuçları olmuştur. Marx’ın komünist bildirgesi bugün meşhur olan bir bildiri ile başlar: “Bugüne kadar olagelmiş bütün toplumların tarihi, sınıf çatışmalarının tarihidir.” Üç önemli fakat birbirinden ayrı önerme içeren ifadeye göre; birincisi, ekonomik mevkii veya sınıfı aynı olan insanlar, bir topluluk olarak bir arada hareket etme eğilimindedirler. İkincisi, toplumda bulunan en önemli gruplar ekonomik sınıflardır: bunların tarihi insan toplumunun tarihidir. Üçüncüsü bu sınıflar birbirlerine düşmandırlar ve bu çatışmaların sonucu, toplumun nasıl geliştiğini belirler. Dolayısı ile Marx’ın kuramı yalnızca toplumsal yapı kuramı değil aynı zamanda değişim kuramıdır.

Yoksulluğun çözümlenmesinde bugün de en sık kullanılan kavram, Charles Booth’un fiziksel olarak sağlıklı bir varoluşu sürdürmek için gerekli miktardaki temel maddelerin yoksunluğuna göndermede bulunduğu geçimlilik düzeyidir. Ancak bu geçimlilik düzeyi temelli açıklamada –yukarıda da değindiğimiz gibi- bir takım yetersizlikler bulunmaktadır. Çok yüksek bir düzey belirlenmedikçe, yoksulluk için belirlenecek tek bir ölçüt, gerektiğinde değiştirilse bile, kimi insanların, gerçekte gelirleri temel geçimlilik gereksinimleri karşılamakta yetersiz olduğu halde, yoksulluk sınırı üzerinde görülmelerine yol açmaktadır. Örneğin, ülkenin kimi bölgelerinde yaşam öteki bölgelerden çok daha pahalı olabilir. Yoksulluğun geçim düzeyine göre hesaplanması yukarıda da değindiğimiz genel olarak artan yaşam standartlarının etkisini dikkate almamaktadır. Bu nedenle yoksulluk düzeyleri hakkındaki düşünce ve kıstasları, ekonomik büyüme gerçekleştikçe toplumdaki değişen norm ve beklentilere göre ayarlamak daha gerçekçi bir bakış verecektir.

Sosyologların, özellikle ileri sanayi ülkelerindeki yoksulluğu incelerken, benimsediği göreli tanımlama ise bireyin ya da grubun, toplumun diğer üyelerine kıyasla sahip oldukları kaynakları yani yaşam standartlarını gösterir. Yani aileler hayatta kalmak için yeterli kaynaklara sahip olabilirler, fakat bu, kendilerini ısıtmaya ya da gittikçe gerekli hale gelmeye başlayan yeni dayanıklı tüketim maddelerini almaya yetecek ya da diğer ailelerin yaptığı gibi sosyal faaliyetlere ya da eğlencelere katılabilecek oldukları anlamına gelmez. Yakınlarda izlediğim bir röportajda bir vatandaşın diğerine sorduğu “İstanbul’da yaşıyorsun, bir kere boğazda yemek yiyebildin, çay içebildin mi ailenle?” sorusundaki eğlenceden bahsediyoruz. Ki yoksulluk bu anlamıyla, Britanya’da Abel-Smith ve Peter Townsend gibi yazarlar tarafından yeniden keşfedildiğinde yıl henüz 1960’lardaydı. Yani zorunlu hale gelen dayanıklı tüketim maddeleri televizyon veya buzdolabıydı… Peki, 1960’larda buzdolabı, televizyon olan ya da yine o dönemlerde belki bir halk tiyatrosu, yeni yeni açık hava sineması ya da panayır olan sosyal faaliyet ya da eğlencelere katılamama ne ile sonuçlanıyor? Sonuç, cemaatin sıradan toplumsal yaşamından dışlanmaktır. Bourdeiu’nun anlattığı aynı yaşta eğitim sisteminde olan çocuğun yaşadığı ve yaşayacağı dışlanmadan bahsediyoruz. Dışlanmanın, hatta nesiller boyu düzenli dışlanmanın ise ne getirdiğini toplumsal çatışmalarda, sınıfsal uçurumların artmasında hatta genç suçluluğundaki artışta bulabiliriz. Ve bir adım ileride genç suçluluğunu sınıfsal olarak inceleyip, genç suçluların aldığı ya da almadığı cezalara da vardırılabilir mi yoksulluk konusu ne dersiniz?

Peki, yoksullar kimlerdir? Şu kategoriler içerisindeki kişilerin yoksulluk içerisinde yaşıyor olması muhtemeldir: İşsizler, yarım zamanlı ya da iş güvenliği olmayan işlerde çalışanlar (?...!), yaşlılar, hastalar ve engelliler, büyük ailelerin ve/veya tek anne babalı ailelerin üyeleri. İleri yaştaki emeklilerin yaklaşık yarısı yoksulluk içerisindedir. Çalışma yaşamı boyunca kabul edilebilir derecede yüksek bir gelir elde eden bir çok kişi(?...!), emekli olduklarında, gelirlerinde hızlı bir düşüş yaşamaktadırlar. Neredeyse hepsinin başında bir kadının bulunduğu tek anne babalı aileler, yoksulların büyüyen bir bölümüdür. Ailelerine bakanlar ile onların çocukları için geçerli olan uzun süreli işsizlik, aileleri giderek daha fazla yoksulluğa itmektedir. Kumar, 1993’de ulusal ortalamanın %50 altında geliri olan ailelerde yaşayan çocukların oranı gibi verileri inceleyerek “Kanıtların incelenmesi, farklı yoksulluk ölçüleri kullanıldığında, çocuk yoksulluğunda, hayata yer vermeyecek derecede hızlı bir artış eğiliminin sürdüğünü göstermektedir.” demişti. Günümüzde durum…… boşlukları siz doldurun.

En başta söylediğimiz gibi yoksulluk sadece yoksul olanın sorunu olmaktan çok uzak bir olgu. Yalnızca yoksul olanın yoksul kalmaya devam ettiği bir süreç olmaktan da uzak. Bugün o veya bu nedenle, sizin için ne tetikliyor olursa olsun fark etmeksizin sıcak evinde elinde bir fincan espressosu ile bu pazarı geçiren bizin de sorunu. Toplumsal olguların hiç biri sadece yaşandığı toplumu, grubu etkilemez. Tüm toplumu etkileyen hareketlilik, değişim ve dinamikler bu olgularla, olguların yaşanış ve karşılanış şekilleri ile oluşur. Dolayısı ile sanmayın ki sizin çocuğunuz yoksul bir aileye doğmadığından ve sizin çocuğunuz toplamıyor olduğundan parmağınıza taktığınız mücevher sizin çocuğunuzun da geleceğini etkilemeyecektir. Gelir eşitsizliği dolayısı ile toplumlardaki fırsat eşitsizliğinden beslenenler arasında bizler dışında birilerinin de olduğunu görebilmek sanırım konuyu anlamamıza yardımcı olabilir.

Cape Town’da yaşanan çete çatışmalarından mustarip, kendi güvenli sitelerinde yaşayanları düşünün. Bu çeteler, doğuştan suçlu doğdukları için mi oluşuyor?
Uyuşturucu üretim ve dağıtımında ilkleri zorlayan Afganistan, Pakistan ve diğerleri… Halk, burada kültürel bir gelenek olduğu için mi uyuşturucu üretiminde çalışmayı tercih ediyorlar?
Çıplak ayak karadan, denizden güvensiz şartlarda ülkelerinden çıkıp, kaçıp sağ kalırsa sizin ülkenize sığınarak rahatınızı bozan göçmen ya da ülkesinde kalıp terör gruplarına katılmayı tercih eden kalanı… Başka bir yaşam alternatifi gördüğü halde mi seçtiği yol bu?
Örnekler sayfalarca çoğaltılabilir. Bir toplumun içinde yaşıyor olduğumuzda, o toplumun da günümüzde sadece kendi mahallemizden itibaren olmadığı tüm dünya olduğunu takdir ederseniz, bizim çocuğumuz gibi okuyup cicili elbiseler giyip bol apoletli işlerde çalışamayan her çocuğun geleceğinin yularının da elimizde olduğunu görebilsek acaba, daha mı güzel olur geleceğimiz hepimizin çabasıyla?
Bu akşam masada hangi yemeklerin olacağının değil, yan masada nelerin olmayacağının da sorumluluğu ile yaşama dileğiyle...
#sosyoloji #yoksulluksosyolojisi #Marx #fırsateşitliği #yoksulluksınırı #açlıksınırı
Kaynakça:
Gordon Marshall, 1999, Sosyoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları
Ruth A. Wallace, Alison Wolf, 2020, Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Doğu Batı Yayınları
Anthony Giddens, 2000, Sosyoloji, Ayraç Yayınevi
Raymond Aron, 2000, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, Bilgi Yayınevi
Tom Bottomore, Robert Nisbet, 2002, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Ayraç Yayınevi
Anthony Giddens, Jonathan Turner, 2013, Günümüzde Sosyal Teori, Say Yayınları
Kubbealtı Lugatı www.lugatim.com
Açlık ve yoksulluk sınırı tutarları www.turkis.org.tr 'den alınmıştır.
Görseller Google görsellerden alınmıştır.